DUALARIMI KABUL ETMEMESİNDEN BİLDİM BEN O'NU
Kudret sadece yapmaya değil, yapmamaya da muktedir olanın sıfatı.
İktidarın başlıca vasfı, eyleyip eylememe kudreti.
Kudret, arzu ettiğini avucunun içine alabilmek kadar, onu elinin tersiyle itebilmektir de....
Marifet, arzu etmediğini geri çevirmekte değil, bilâkis çıldırasıya arzu ettiğinden, hakkında deli divane olduğundan vazgeçmekte.
Vazgeçmek kolay mı?
Kolaylık da, zorluk da gerçekte kişinin vazgeçecek olduğu şey karşısındaki hâlince belirlenir. Çünkü feragatin şiddeti talebin şiddetine bağlıdır. Ne kadar istenildiyse, ne kadar istenilmişse, vazgeçişin ızdırabı da o düzeyde olacaktır.
Aslâ şaşırmamalı, kişi vazgeçildiği kadarıyla ancak vazgeçebilecektir!
Bir şeyi arzu ve taleb etmenin dört mertebesi vardır:
1. Meyl (eğilim)
2. İrade (istek)
3. Mehabbet (sevgi)
4. Aşk (tutku)
Bu dört terim de duyguların hareketini tanımlamakta.
Meyl Klasik Fizik’te hareket’ten ziyade hareketin başlangıcını ifade eder. Dolayısıyla elde etmeye, ele geçirmeye, avucunun içine almaya meyl etmedikçe, o şeyin, kişinin muradı hâline gelmesi düşünülemez. Meyl şiddetlendikçe isteğe dönüşür. İstek arttıkça mehabbete dönüşür. Mehabbet de şiddetlenirse bir süre sonra tutku hâlini alır.
Kişi istenildiği kadar isteyebilir. İstenilmeyen isteyemez.
Meyl kelimesi hakikatte temayül anlamında kullanılmaktadır, ve öyle de anlaşılmalıdır.
Meyl tek taraflı, temayül ise iki taraflıdır. Kendisine meyl duyulan ancak meyl duyabilir.
İstek de öyledir. İstenmeyen isteyemez. Dahası, sevilmeyen sevemez. Aşık olunmayan aşık olamaz.
Demek oluyor ki kendisinden vazgeçilmedikçe kimse vazgeçemez!
Tam da burada, düşünenleri bir kez daha düşünmeye davet ediyor ve dikkatlerini Kur’an’dan iki ayete çekmek istiyorum:
• Allah onları sever, onlar da Allah’ı severler. (5:54)
• Allah onlardan razı olmuştur, onlar da Allah’tan razı. (5:119)
Farkedildiyse eğer, bu iki ayette de kullar, Allah tarafından sevildikleri için Allah’ı sevmekte, Allah kendilerinden hoşnut olduğu için O’ndan hoşnut olmaktadırlar.
Yani, Hak sevdiği için sevilirken, halk sevildiği için sevmekte.
Sevmeyi değil, sevilmeyi önemsemeli. Sevildiysek eğer, sevebileceğimizi unutmamalı.
Sevgisizlik, sevmeyi bilmemekten değil, sevilmeyi bilmemekten neşet eder. Alacaklı gibi değil, borçlu gibi sevmeli o hâlde!
Ne kadar seversen sev borcunu ödeyemezsin. Sevilmenin şükrü eda edilemez çünkü. Karşılıksız sevgi olmaz! Sevgi varsa, işin içinde sevmekten çok sevilmek vardır.
Hakkı niçin seversin? Ne kadar seviyorsun?
Hiç numara yapma! Sevildiğin için ve sevildiğin kadar.
Hangisi önce, Hakkın sevgisi mi, halkın sevgisi mi?
Burada bilindiği anlamıyla, yani zaman itibariyle öncelik yok. Çünkü öncelik ya zat itibariyle, ya da zaman itibariyledir.
Basit bir misal: Kolunu hareket ettiren kişinin koluyla birlikte kolundaki saat de hareket eder. Saatin hareketi kolun hareketiyle eşzamanlıdır. Dolayısıyla kolun saate önceliği zaman itibariyle değil, zat itibariyledir.
Hakkın muhabbet ve rızasının önceliği zaman itibariyle değil, zat itibariyledir. Halkın muhabbet ve sevgisinin sonralığı da keza zaman itibariyle değil, zat itibariyledir. Zâtendir.
Korkmak bir sevme tarzıdır, kişi sevdikçe korkar. Daha çok sevdikçe daha çok korkar.
Korkmak, gerçekte ihtimam göstermektir. Alacaklıymış gibi değil, borçluymuş gibi sevmektir.
Korkmak sevilmemekten korkmaktır. Terkedilmekten. Kaybetmekten. O’nsuz kalmaktan.
Heybet korku demektir. Hak aşıklarının sıfatıdır. Korkarak sevenlerin. Titreyerek. Heybetle.
Havf, avamın korkusu. Heybet ise büyük âşıkların. Delilerin. Çılgınların. Çıldırasıya sevenlerin. Çıldırasıya sevilenlerin.
Dualarımı kabul etmemesinden bildim ben O’nu!
Hz. Ali gibi sen de O’nun kudretini böyle takdir edebiliyor musun ki ey talib, hiç utanmadan, o’ndan korkmamalıyız, O’nu sevmeliyiz, türünden boş lâflar sarfedebiliyorsun?
Sen O’nu dualarını kabul ettiği için sevdiğini sanıyorsun.
Sevdiğin o değil ki, kibrin! Şımarıklığın. Zaafların. Kuruntuların.
Sen kuruntularını seviyorsun ve onlara tanrı adını veriyorsun. Kendin yapıp kendin tapıyorsun!
Putperestlik inkârın değil, bilâkis inanmanın zaafıdır!
Unutma ki putperestler putlarını Kâbe’nin içinde saklıyorlardı.
Ey talib, sen hiç Kâbe’nin içine baktın mı?
İçine?
Kendi Kâbe’nin içine?